Zihinsel Modelleme:

Zihinsel modellemeden kastedilen olguyu açmak gerekirse: Örneğin, insan yüzünün  zihinde modellenmesini ele alalım. O yüz alanında bulunan kaş, göz, burun, dudaklar vb öğelerin yüzdeki yerleşimi ve kapladığı alan, ne kadar çeşitli olursa olsun, insan yüzünün zihnimizde kabul edilen bir modellemesi vardır. Binlerce, milyonlarca, insan yüzü, zihnimizde, neredeyse milisaniyede kontrolden geçer ve kabul görür. O yüzde, yani o yüz alanında gördüğümüz oluşum, zihin için geçerlidir. O yüzü meydana getiren unsurların, bir biriyle en ufak bir uyumsuzluğu, en ufak bir tuhaflık anında yadırganır; zihnimiz bizi ikaz eder, hatta elimizde olmadan ürpeririz.. Gene yüzdeki kırk küsur kasla kontrol edilebilen mimikler, gölgelenmeler, karşımızdaki insanın, davranışı, niyeti ve ruh hali hakkında önemli ip uçları aktarır bize. Daha da ileri giderek, zihnimiz insan tipleri ile ilgili genellemeler yaparak, o tiplerle ilgili davranış biçimleri hakkında bizi hazırlıklı tutar.

Kısaca değindiğimiz hususlar, insan zihninin ilgi duyduğu alan hakkında, zihinsel modelleme yeteneğinin ne denli kapsamlı, güçlü, güvenilir ve işlek olduğu hakkında bir fikir vermektedir. Sistemin kurulmasında, bu yetinin en iyi şekilde değerlendirilmesi öngörülmüştür.

Basitlik (sadelik) ve İşleklik:

Deniz  kenarında midye ayıklayan işçileri izleyenlerimiz olmuştur: Arkadaş elindeki kırık kaşık sapı benzeri bir aletle, midyeyi üç saniyede lop şeklinde ayıklayıp, içini su dolu leğene kabuklarını ise sepete atar! Biz o aletle, midyeyi üç saniyede değil üç dakikada zor ayıklarız, ona da ayıklama denirse; zira midye içi parça parça ezilmiş, sonradan dolma yapımında kullanılacak kabuklar kırılıp dökülmüş, bu arada elimizi de midye kesmiştir! Ama midye en kolay ve çabuk o alet ile ayıklanır; yığılmış midye dolu çuvallar onunla erir gider; üstelik keskin bile değildir zira suda ıslanıp börten parmaklar, çabucak kesilip yaralanabilir. Ancak bu basit, işlek ve hız kazandırıcı aleti kullanmaya alışmak gerekir; zor gibi gözükse de püf noktaları var; insan alışıyor. 

Alışkanlık:

Alışkanlık insanın önemli özelliklerinden biridir; insanoğlu bir şeye alışır ve bu alışkanlık ona yapışır kalır. İyi huylu alışkanlıkların faydaları saymakla bitmez, en azından zihinin yükünü alır büyük ölçüde, düşünmeye yer ve zaman açar; ancak insan her zamanda iyiye alışmayabilir dikkat edilmesi gerekir.

Bazı şeylere kolay alışılır, sorun yoktur; ancak bazı alışkanlıklar vardır ki onları elde etmek pek kolay olmaya bilir, "üfff ben bunu beceremiyorum" diye sıkılır bırakırız peşini; ancak bizi değerlendirecek, meziyetli kılacak bir alışkanlıksa, biraz dişimizi sıkıp, onu kazanmanın yollararını araştırıp, kolay hale getirmeye , püf noktalarını yakalamaya çalışmalıyız.

Bestekarın zihnindeki eser:

Resim sanatı bir bakıma, zihindeki eseri, renkleri ve renk karışımlarını, türlü şekiller vasıtası ile yan yana getirerek bir çerçeve içinde (tabloda) toptan ifade edebilmektir.

Bu meyanda müzik sanatı da, bestekarın zihindeki eseri, sesleri türlü ritimler vasıtası ile bağdaştırıp, belirli bir süre içinde dizerek (serisel) ifade edebilmektir.

 

Ressamın tablosu, ya sergisine gidilerek orada, yada tablodan elde edilen reprodüksiyonlar vasıtası ile izlenebilir. İkinci durumda tablonun yeterince özümsenmesi, reprodüksüyonun kalitesine bağlıdır.

Günümüzde, yüksek çözünürlüklü fotoğraf makineleri, HD tv’ler belirli bir ölçüde görsel sanatların hedef kitle seyircilere aktarımını başarı ile sağlamaktadırlar. Yayım kuruluşları, aslına sadık bir yayım yapılması; renk ve şekil distorsiyonlarının önlenmesi için büyük çabalar harcamakta, yatırımlar yapmaktadır.

 

Makam müziği ortamına gelince:

Hassas bir kulağın ses ayırdımı, belirli bantlarda yaklaşık 2 cent’lik bir değere kadar inebilmektedir. (Bu bir oktav içinde 600 civarında ayrı ses (nota) olabileceği demektir)

Evvel emirde, bestekarın, zihnindeki eserin seslerini ve bağlı ritimlerini net olarak ifade edebilmesi gerekir.

Bu durumda:

a)      Bestekarın güzel sesi ve ritim algılamasının yanı sıra, bu özelliğini  kullanabilme yeteneği varsa (ki bu çok önemli bir avantajdır), sorununu büyük ölçüde halleder; konserler ile; meşk yolu ile; elektronik kayıt cihazları ile eserini aktarır;

b)      Böyle bir yeteneği yoksa, başka hanendelerin seslerinden; insan sesine öykünerek geliştirilmiş müzik aletlerinden (tanbur, ut, kemençe vb) yararlanabilir. Ancak bu durumda eserin aktarımının belirli kısıtlamalara uğrayabileceği aşikardır;

c)      Bestekar, zihninde teşekkül eden eseri, bu tür müziğe uygun bir nota yazım sistemi ile, hassas ve net olarak dış dünyaya aktarabilir, ki en tutarlı ve fonksiyonel olan yöntem budur. Eser her zaman ve her yerde incelenebilir (buna bestekarın kendiside dahildir), tekrarlanabilir, üzerinde çalışılabilinir; çeşitli ses ve ahenklerde denenebilinir. Ders olarak kullanılabilinir. Kalıcı olarak da repertuara geçmiş olur.

Makam müziğine, yada makamlar müziğine giden yol:

Bilindiği gibi 4’lü veya 5’li ler  vasıtası ile elde edilen ses sistemlerinde, ne kadar dönüp dolaşsak aynı noktaya dönemeyiz; yaklaşık 22-24 cent’lik bir pürüz ortaya çıkar.

Bu pürüz olmasaydı, muhtemelen bugün makam müziği diye bir müzik türü olamazdı(!)

Hatta müzik sanatı, insanlar tarafından çabucak tüketilecek; etkisini, gizemini yitirecek, bilinen bir şey olup çıkacaktı (bazı müzik türlerinin içine düştüğü sıkıntı ortadadır). Müziğimize altın değerini veren, bu koma altı parçacıkların kıymetini iyi bilmeliyiz.

Bu pürüzü gözardı etmek, yada diğer seslere bindirerek yedirmeğe kalkmak, binilen dalı kesme olayına dönüşerek, makam müziğini yıkıma götürecek bir eylem olacaktır.

 

Peki neler olmaktadır? Bu konuya girmeden önce bazı bilgilerimizi tazeliyelim:

-         Makamlar muhtelif sesler üzerinde karar kılmaktadır;

-         Türk makam müziği repertuarının en çok rağbet gören 54 makamı ve buna bağlı yaklaşık 25680 eseri  incelediğimizde:

      - Yegahta karar kılan 4 makam, buna bağlı ~540 eser;

      - Hüseyni aşiranında karar kılan 2 makam, buna bağlı ~850 eser;

      - Irakta karar kılan 6 makam, buna bağlı ~1680 eser;

      - Rastda karar kılan 10 makam, buna bağlı ~7690 eser;

      - Dügahda karar kılan 25 makam, buna bağlı ~11300 eser;

      - Segahta karar kılan 3 makam, buna bağlı ~2340 eser;

      - Çargahta karar kılan 1 makam, buna bağlı ~180 eser görülmektedir.

 Dügah perdesi, 25 makam ve bu makamlara bağlı 11300 eser ile öne çıkmaktadır.

Görüldüğü üzere dügah perdesi, makamları cezbetmekte, eserlerin bu kararda çokuşması ile kendini göstermekte, başı çekmektedir.

Ses sistematiğini grafik olarak incelersek:

 

 

Görüldüğü gibi, ilk beş armonik, karar perdelerinin neredeyse tamamını belirlemektedir.

Dügah perdesi, ikinci en uyumlu armonik (yani üçüncü armonik) bütün haşmeti ile ön plana çıkmakta, müzik bandına ağırlığını koymaktadır. Üçüncü armonik evrenimizin en manidar armoniğidir (!). Üçüncü en uyumlu armonik, yani beşinci armonik, Irak, segah, evç perdelerini işaret etmektedir.

Bin senelik repertuarımıza baktığımızda, atalarımızın Dügah’ın hakkını teslim ettiklerini görüyoruz.. Demek ki makam müziğimiz doğru yolda ilerleye gelmiştir.

 

Ana sesler değimiz, Yegah, Irak, Rast, Dügah, Segah, Çargah ve Hicaz, Neva sesleri, genelde makam skalalarnıdaki yerlerini korurlar. Çeşitli disiplinlere göre belirlenen ara sesler ise, makam sistematiği içinde, biri birileri ile yer değiştirebilmektedir.

 

Makamlarda, alt-üst genişlemeler, geçkiler, meyan geçkileri göz önüne alındığında yaklaşık 60 civarında perde kullanıldığı görülmektedir. Tüm repertuarı kıstas alırsak bu perde miktarının daha da artacağı aşikardır. Ancak, hanende veya müzik aletleri ile bu tür eserleri, dinleyiciye duyurabilmenin güç olmasının yanı sıra, sevdirebilmek, olumlu tepki alabilmekte o derece zor ve risklidir. Bestekarlar bu konuda pratik uygulamaları yeğlemektedirler. Oysa bestekarlar makamlarda, o makamın disiplinini bozmadan başkaca uyumlu aralıklar yaratıp alternatif sesler seçip kullanmakta, o makama yeni bir çeşni yeni bir tat, rayiha getirmekte özgürdürler; zaten makam müziğinin gücü, albenisi, gizemi, tükenmezliği burada yatmaktadır. Asıl sıkıntıyı yaşayan müzikologlar olmaktadır! Çünkü, müzik sanatını, ve onun sanatçılarını, bir türlü ihdas ettikleri teori ve ona bağlı ses kalıpların içine sığdırıp, derdest edememektedirler! Sanatta, teori ve pratik, sanırım hiç uyuşamazlar. Teorisyenler hep bir adım arkadan gelmekte; aslında insanı ve onun sanatını keşfetmektedirler, adım adım!

Makam müziği için, tek bir kadim tarif ve buna bağlı bir ses sistemi seçilip empoze edilemeyeceği apaçık ortadadır. Kaldı ki, makam müziği zaman içinde, formları, usulleri, makamları, çeşnileri, sesleri vb parametreleri güncellenerek, sürekli gelişen, dinleyicisinin çağına ayak uyduran, onunla etkileşen bir olgu, bir kültür hazinesidir.

Bu kültür hazinesine yapılan en büyük haksızlık, onu gerçeklerine uygun, bihakkın ifade edebilecek bir nota yazım sisteminden mahrum bırakılmış olmasıdır. Bütün inceliklerini, özelliklerini, güzelliklerini, gelişimini üzerinde görüp inceleyebileceğimiz, genç nesillere kaynak olarak aktarabileceğimiz, ciddi bir yazılı repertuarı, ihmal nedeniyle ondan esirgemişiz. Bu eşsiz ata yadigarı, bu pırlanta, zihinlerde, hafızalarda, meşk meclislerinde uzunca bir süre yaşamını sürdürmeye çalışmış, ardından Tanzimat rüzgarları ile gelen batıcılık ve siyasi tutumlar, hafızalarda, zihinlerde gezinen bu pırlantayı, nisyana, unutulmaya mahkum etmiş, genç cumhuriyet ise adeta, onu kuyuya düşürmüştür!

 

Makam müziği yaratılış sürecini genel hatlarıyla incelersek, bestekarın en azından:

 

            - Form;

            - Ahenk;

            - Karar;

            - Makam;

            - Usul;

            - Çeşni;

            - Skala ve sesler

            - Geçki;

            - Beste;

            - Yorumcu;

            - Dinleyici;

            - Dinleyici tepkisi;

            - Fasıllarda yontulma, gibi daha bir çok parametreyi, bir birileri ile kaynaştırması,ve sanatsal değeri olan bir ürünü ortaya koyması gerektiğini görürüz.

Bu süreçte “skala ve sesler” elbette önemli olmakla birlikte, makam müziğini, sadece skala ve sesler parametresine indirgeyip; “şu sistem yanlıştır, bu sistem doğal değildir, hesap şudur, bu sesleri ve skalaları kullanmalısınız” şeklindeki yaklaşımların; 100 yılı aşkın süredir, ne makam müziğine, ne bestekara, ne yorumcuya ne de dinleyici kitlesine, bir yararı dokunmamıştır.

Müzik, sesler ile yapılan bir sanat dalıdır. Bunun anlaşılmayacak bir tarafı yoktur !

İster doğal, ister suni, ister Pisagor, ister Batlamyus, ister Zarlino sistemi, ile elde edilmiş olsun bütün sesler, sistemler bestekarın emrinde, elinin altında olmalıdır.

Hatta, bestekarlar sentizayzır denilen elektronik cihazları da kullanabilmeli zihnindeki sesi yakalayabilmelidir. Örneğin klasik kemençe de muhayyer perdesi civarında bir tırnak (1 mm) boyu mesafe bir bakiyeye  yakın ses farkı yaratabilmektedir. Tanburi Cemil Bey merhum, kemençe ile neden bu derece meşguldü, ne için gecesini gündüzüne katıyordu dersiniz?

Bu kertede, bir hususu dile getirmek istiyorum:

Sanatçılar, kültür denilen ortak bahçenin meyve ağaçlarıdır. Bu ağaçların dilinden anlamak, daha fidan iken, özenle bakıp sahip çıkmak; daha sağlıklı, verimli, kaliteli kılmanın ötesinde, aranılan bir tad, lezzet haline getirebilmek için gereken her türlü imkanı yaratmanın, hevesi de görevi de sorumluluğu da bu bahçeden yararlanan topluma aittir.

Makam müziğimizde, esefle görüyoruz ki, tanzimatla birlikte bu sorumluluk şöyle veya böyle ihmal edilmiş, yabancı ellere terkedilmiş. En önemlisi, fidanların, bakımı, eğitimi, gelişimi, korunması kopmuş, bahçe talan olmuş; zaman içinde giderek, meyvelerin adı da, tadı da, kokusu da unutulmuş! Bugün makam müziğimizin ne olduğunu, ne olmadığını ayırt edemez  halde, eski edvarlara bakıyoruz. Giza piramitlerine,  Stoneheng"e bakar gibi; şaşkınlık ve ürperti içerisindeyiz!

Zamanımızda, yabancı ulusların, makam müziğimiz benzeri mikrotonal müzik dalında, önemli girişimlerde bulundukları bir devirde; biz müziğimizin kıymetini anlayıp idrak edebiliyor muyuz? Şüpheliyim!

Peki, bu gidişle, durumu kurtarabilir miyiz? Bakın, işte bundan şüphe etmiyorum!

Müzik, insandan insana; insandan canlıya; ve hatta insandan diğer inorganik oluşumlara (suya, tuza, kristale vb) duygu ve düşüncelerin, ses titreşimleri yolu ile, bir tür sanatsal aktarım tarzıdır.

Muhatabı olmayan müzik dumurdur, iletemez, zayidir diyebiliriz.

 Makam müziği, dinleyicisini, muhatabını ciddiye alan, önemseyen bir müzik türüdür, ve pek çok parametreye dayalı bir sistematiği vardır. Bu parametrelerin hemen hepsi, insan naturasına, onun ses titreşimlerini algılama tarzına ve bu konudaki içsel özelliklerine dayalıdır.

 Aşağıda sıralanan soruların cevabını vermeye çalışır, ve bir birileri ile bağlantısını kurabilir; veya tahminli bir deneme şablonu ortaya koyabilirsek, bu tür müzik dalındaki sanatçıların eserlerini daha iyi özümseriz. Yaratılan eser için, deruhte edilen ilham, yetenek ve sezginin vüsatini, harcanan emeğin değerini daha iyi anlarız.

 

Makam müziği denince, hemen akla geliveren soruları şöyle bir sıralarsak.

 

Makam müziğinde:

 

  • Ses bandı genişliği, ne kadardır;
  • İnsan sesi, niçin en önemli enstrümandır,
  • Çeşniler nasıl elde edilir,
  • Aralık mekanizması nasıl işlemektedir,
  • Koma tekniği tutarlımıdır,
  • Seyir yönü niçin önemlidir,
  • Karar sesinin ne gibi bir özelliği vardır, neyi işaret eder,
  • Ahenk nedir,
  • Transpozisyonun yeri nedir,
  • Sabit bir diyapazondan bahsedilebilir mi,
  • Skalanın  önemi nedir, nasıl elde edilir,
  • Skala niçin iki oktavalık bir banda yayılmış gibidir,
  • Alt, üst genişleme ne için vardır,
  • Skala ses isimleri niçin böyle karmaşıktır,
  • Kaç adet ses vardır,
  • Oktav ne derece etkindir,
  • Taksim nedir,
  • Açış; geçiş; fihrist taksimleri niçin önemlidir;
  • Makam müziğinde solfejin anlamı var mıdır,
  • Usul nedir,
  • Usuller niçin bir bütündür, bölünemezler,
  • Velvele nedir, ritim nedir,
  • Usuller, resim sanatındaki şeklilere mi benzer,
  • İnici çıkıcı seyir neyi işaret eder,
  • İnsan sesi sadece sözlü müzikte mi önemlidir,
  • Geçki nedir,
  • Karakteristik motif neyi işaret eder,
  • Kısa; sürekli; dolaylı geçkilerin yeri,maksadı nedir,
  • Formun önemi nedir,
  • Güftenin önemi nedir,
  • Avaz nedir,
  • Şube nedir,
  • Terkip nedir,
  • Basit sayılan makamlar, aslında nedir, neyi işaret etmektedir,
  • Makam aileleri nedir,
  • Dügah sesinin önemi nedir,
  • Segah sesinin önemi nedir,
  • Yegah sesi batı skalasının Re sesi olabilir mi,
  • Hicaz sesi ana seslerden biri olabilir mi,
  • Bu tür müzikte armoni yapılmasının anlamı var mıdır,
  • Kısmi armoni nedir,
  • Teori-pratik uyuşmazlığı niçin vardır; yararı varmıdır,
  • Makam müziği nasıl notaya alınır,
  • Makam nedir,

“Bu iş bu kadar karışık mıdır?” diye bir soru geliyor insanın aklına; bunun cevabı: “Bittabi hayır! Çok daha karmaşıktır” olmalıdır diye düşünüyorum.

 

Makam müessesesi, pek çok, ayrı ayrı tarif edilmiş fonksiyonun, bir arada ve aynı anda bağdaştırılıp, insan zihninde (naturasında)  işletilebilmesi olayıdır.

 

Aslında makam müziğinin “tam bir formülasyonu”, nasıl olupta 1840’lardaki durumuna ulaştığını açıklayan, kadim bir kuram yoktur; en azından “ağız birliği” sağlanamamıştır. Eskilerin deyimi ile “makam müziğinin mevkii muallakta” kalmış, bu tür müziğin erbabını her devirde yormuş, her fırsatta sabun gibi elden kayıp gitmiştir.

 

Ancak makam müziğinin olmazsa olmazı çok önemli  iki takıntısı vardır:

 

            Birincisi: İyi eğitilmiş, güzel, uygun, bir insan sesi;

            İkincisi :  Güçlü bir müzikal bellektir.

 

Birincisini bulmak oldukça zordur, eğitimi ise çok daha zordur. Alt yapı, üst yapı, köklü yatırım, süreklilik, ve birikim gerektiren bir süreçtir. Ancak netice her türlü emeğe değecektir.

 

İkincisine gelince: Günümüz teknolojik imkanları içinde, repertuar daha güvenli ellerdedir. Ancak bu tür müziğin eğitimi, öğretimi, irdelenmesi, üzerinde zihnen (düşünsel olarak) çalışılabilmesi için, böylesi bir sanat etkinliğini, “kendi nota yazısı” ile (kendi dili ile) inceden inceye yazabilmek gerekir.

Devam edecek...